Reykjavik (4) - Núpar (1) - Breiðdalsvík (1) - Mývatn (1)
Sabah 07.30’da İstanbul Havalimanı’nda buluşuyoruz. Check-in ve pasaport işlemlerinin ardından, Türk Hava Yolları’nın TK1781 sefer sayılı uçuşu ile saat 11:45’te Kopenhag’a hareket ediyoruz. Yaklaşık üç saatlik bir yolculuğun ardından 14:00’te Kopenhag’a varıyor, kısa bir aktarma sonrasında Icelandair’in FI209 seferiyle 17:15’te İzlanda’ya uçuyoruz. Atlantik’in ortasında, lav ve buzun efsanevi adası İzlanda bizi 18:30’da Reykjavik Keflavik Havalimanı’nda karşılıyor.
Serin Atlantik rüzgârı ve lav kokulu hava, kuzeyin sessiz zarafetini ilk anda hissettirir. Havalimanından şehir merkezine geçerken penceremizden görünen lav tarlaları, gri bulutların altındaki geniş ufuk, yolculuğumuzun ruhunu fısıldar. Reykjavik’e vardığımızda renkli çatılı evleriyle liman bölgesinde kısa bir yürüyüş yapıyor, Hallgrímskirkja Kilisesi’nin kulesinden panoramik şehir manzarasını izliyoruz.
Cam cephesiyle denizi yansıtan Harpa Konser Salonu, İzlanda’nın çağdaş ruhunu simgeler. Akşam, kuzey denizlerinden gelen taze lezzetlerle hazırlanmış hoş geldin yemeğimizi fine dining bir restoranda alıyor, kuzey ışıklarının yaz versiyonu sayılan pastel akşam ışığında kadehlerimizi kaldırıyoruz. Ardından otelimize geçiyor, sessizliğin huzurunda İzlanda masalının ilk gecesine dalıyoruz.
Konaklama: Reykjavik Konsulat Hotel 4★+
Yemekler: Akşam
Kahvaltının ardından, İzlanda’nın doğa, tarih ve mitolojiyi buluşturan en simgesel rotası olan Altın Çember turuna çıkıyoruz. Güne, iki kıtanın birbirinden uzaklaştığı yer olarak bilinen Thingvellir Milli Parkı’nda başlıyoruz. Burada Kuzey Amerika ve Avrasya tektonik levhalarının arasından yürürken, milyonlarca yıl boyunca şekillenmiş yeryüzünün sessiz hikâyesini adım adım izleriz. Bu kutsal vadide, 930 yılında kurulan ilk İzlanda parlamentosunun kalıntılarını gezerken doğanın yanı sıra insanın doğayla kurduğu kadim dengeyi hissederiz.
Sonraki durağımız, toprağın nefes aldığı Geysir jeotermal alanı. Buhar bulutlarının içinden yükselen sıcak su fışkırmaları arasında Strokkur Gayzeri birkaç dakikada bir gökyüzüne doğru patlar; toprak, ateş ve su elementleri tek bir ritimde birleşir. Burada, yüzyıllardır geleneksel yöntemle hazırlanan lava bread tasting deneyimini yaşıyoruz. Yerel halkın jeotermal kumların altına gömerek pişirdiği bu yumuşacık tatlı ekmek, vanilya ve karamel notalarıyla İzlanda mutfağının en sade ama etkileyici lezzetlerinden biridir.
Günün finali, altın ışıklarla parlayan Gullfoss Şelalesi’nde. Sular iki kademeli uçurumdan dev bir güçle dökülürken güneş sisin içinden geçer ve gökkuşağına dönüşür. O an, İzlanda’nın neden “ateş ve buzun ülkesi” olarak anıldığını kalbimizde hissederiz.
Akşam Reykjavik’e dönüşte sahil boyunca yürüyüş yapan yerel halkın arasına karışıyor, kuzey yazının solmayan gün batımında şehrin dinginliğini soluyoruz.
Konaklama: Reykjavik Konsulat Hotel 4★+
Yemekler: Sabah, Öğle
Sabah kahvaltısının ardından İzlanda’nın en çarpıcı coğrafyalarından biri olan güney sahil rotasına doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca yemyeşil vadiler, lav tarlaları ve uzaklarda parlayan buzullar arasında ilerliyoruz. İlk durağımız, ardında yürünebilen dünyaca ünlü Seljalandsfoss Şelalesi. Şelalenin arkasındaki mağaramsı boşluktan süzülen suların arasından geçtiğimizde, sanki doğanın kalbinin içinden yürüyormuşuz gibi hissederiz. Her damla ışığa dönüşür, rüzgâr yüzümüze kuzeyin ferahlığını taşır.
Bir sonraki durak, gökkuşaklarıyla taçlanan Skógafoss Şelalesi. 60 metre yükseklikten dökülen suların çıkardığı uğultu, kilometrelerce öteden duyulur. İzlanda efsanelerine göre, bu şelalenin ardında Viking altınları saklıdır; ama asıl hazinenin, bu manzaranın kendisi olduğunu anlarız.
Yolun devamında, lav sütunlarının sıra sıra yükseldiği Reynisfjara Plajı’na ulaşıyoruz. Siyah volkanik kumlar, dalgaların öfkesini yansıtırken, Atlantik’in soğuk suları bazalt sütunlara çarparak köpükler içinde patlar. Okyanusla toprağın bu karşılaşmasında doğa, bütün ihtişamıyla konuşur.
Akşam saatlerinde Fjaðrárgljúfur Kanyonu’nun zümrüt yeşili yamaçlarında kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Gün batımıyla birlikte lav tarlalarının üzerini turuncu bir sis kaplar; sessizlik, yalnızca kuşların kanat sesleriyle bölünür. Günün sonunda, doğanın bu ilkel güzelliğiyle yoğrulmuş bir huzur içinde otelimize yerleşiyor, yerel mutfaktan özel bir akşam yemeğiyle günü tamamlıyoruz.
Konaklama: Fosshotel Núpar 4★
Yemekler: Sabah, Akşam
Kahvaltının ardından İzlanda’nın doğuya uzanan en büyüleyici coğrafyalarına doğru yola çıkıyoruz. Yolda karla kaplı dağların, buzullardan beslenen ırmakların ve lav tarlalarının arasında ilerlerken, doğa bir tablo gibi değişir; her virajda başka bir renk, başka bir doku karşımıza çıkar.
Günün ilk durağı, dünyanın en etkileyici doğa sahnelerinden biri olan Jökulsárlón Buzul Lagünü. Burada, dev buz kütlelerinin okyanusa doğru ağır ağır süzülüşünü izlerken zaman yavaşlar. Zodiac botlarla lagünün sessiz sularında ilerlerken, mavinin bin tonuna bürünen buzulların arasından süzülürüz. Her biri yüzyıllık bir hikâyeyi içinde barındıran bu buz parçaları, güneşin ışığıyla gümüşe, turkuaza, bazen neredeyse saydam bir kristale dönüşür.
Yakındaki Diamond Beach’te siyah volkanik kumlar üzerine serpiştirilmiş buz parçaları, sabah ışığında elmas gibi parlar. Her biri doğanın elinden çıkmış bir sanat eseri gibidir. Dalgalar kıyıya vurdukça bu camdan heykeller parıldar, kaybolur, yeniden oluşur.
Öğleden sonra rotamızı İzlanda’nın en sakin ve şiirsel bölgesi olan Doğu Fiyortları’na çeviriyoruz. Kıvrımlı yollar boyunca ilerlerken balıkçı köylerinden geçiyor, okyanusla dağların birleştiği dar vadilerde kısa molalar veriyoruz. Akşam, deniz manzaralı butik otelimize yerleşiyor; taze yakalanmış balıklar ve kuzey otlarıyla hazırlanan seçkin bir akşam yemeğiyle günü sonlandırıyoruz.
Konaklama: Berjaya Hotel Breiðdalsvík 4★
Yemekler: Sabah, Akşam
Sabah erkenden otelden ayrılıp İzlanda’nın doğusunu kuzeye bağlayan yollarda ilerliyoruz. Dağ geçitleri, sisle örtülü vadiler ve menderesler çizerek akan nehirler boyunca yol alırken, coğrafya giderek dramatik bir güzelliğe bürünür. Renkler pastel tonlardan koyu yeşillere döner, ufuk çizgisi bir tablo gibi kaybolur.
İlk durağımız, doğanın mühendisliğini en çarpıcı biçimde sergileyen Studlagil Kanyonu. Burada turkuaz renkli nehir sularının iki yakasında yükselen yüzlerce bazalt sütun, sanki tanrılar tarafından yontulmuş heykeller gibidir. Güneş ışığı nehre vurdukça bazalt taşları bronz, bakır ve gri tonlarına bürünür; doğa bir mimar gibi form yaratır. Sessizlikte sadece suyun yankısı ve rüzgârın sesi duyulur.
Yolculuğumuz kuzeye, volkanik göllerin ve jeotermal alanların dünyasına doğru devam ediyor. Myvatn Gölü, İzlanda’nın en etkileyici doğal laboratuvarıdır: sönmüş kraterler, lav tarlaları ve kuş cennetleriyle çevrilidir. Namaskard bölgesinde yerin nefesini duyarız; sülfür kokulu buhar delikleri, toprak yüzeyinde hareket eden renkli desenler yaratır. Ardından Dimmuborgir Lav Tarlaları’nda yürüyüşe çıkıyoruz; şekilsiz kayalar, doğanın rastlantısallığıyla oluşmuş bir heykel bahçesini andırır.
Akşamüstü göl kıyısındaki huzurlu otelimize varıyor, gün batımının lavanta tonları arasında dinleniyoruz. Göl manzaralı restoranda, kuzey otlarıyla tatlandırılmış taze balıklar ve yerel birasıyla akşam yemeğimizi alıyor, İzlanda’nın dingin gecesini dinliyoruz.
Konaklama: Fosshotel Myvatn 4★+
Yemekler: Sabah, Akşam
Sabah kahvaltının ardından İzlanda’nın kuzeyindeki küçük balıkçı kasabası Husavik’e doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca göller, yosunla kaplı lav tarlaları ve buhar yükselen tepeler eşliğinde ilerliyoruz. Husavik limanına vardığımızda, sessizliğin yerini martı çığlıkları ve tuzlu rüzgârın sesi alır. Burada geleneksel ahşap teknelere binerek Atlantik’in derin sularına açılıyoruz.
Kuzey’in bu serin sularında dev balinaların zarif hareketlerine tanık olmak tarifsiz bir duygudur. Her dalış, denizin yüzeyinde oluşan devasa bir yankı gibi; her su püskürtüşü gökyüzüyle birleşen bir an gibidir. Kaptanımızın yönlendirmesiyle mavi balinalar, kambur balinalar ve yunuslar etrafımızda süzülür. Bu sessizlikte doğayla aramızdaki tek bağ, nefes alış verişlerimizin ritmidir. Dönüşte teknede sıcak kakao ve tarçınlı çöreklerle içimizi ısıtıyoruz — küçük ama unutulmaz bir kuzey ritüeli.
Öğleden sonra Dettifoss Şelalesi’ne gidiyoruz. Avrupa’nın en güçlü şelalesi olarak bilinen bu doğa harikasında, suların çarpışması yerin derinlerinden gelen bir kalp atışı gibidir. Sis, ışık ve su birbirine karışır; yaklaştıkça suyun sesi göğsümüzde titreşir. İzlanda’nın kudreti burada kelimelere sığmaz bir hâl alır.
Akşamüstü Myvatn’a dönüyor, günün yorgunluğunu göl manzaralı Myvatn Nature Baths’ta atıyoruz. Buharın içinde yavaşça kaybolurken, gökyüzü altınla mavi arasında bir renge bürünür — doğanın huzurla imza attığı bir günün ardından.
Konaklama: Fosshotel Myvatn 4★+
Yemekler: Sabah, Akşam
Sabah erken saatlerde otelden ayrılıp kuzeyin mitolojik sularına, Godafoss’a doğru yola çıkıyoruz. Adı “Tanrıların Şelalesi” anlamına gelen bu büyüleyici doğa harikasında, İzlanda’nın efsaneleri hâlâ yankılanır. Rivayete göre, bin yıl önce burada pagan tanrılarının heykelleri Hristiyanlıkla birlikte sulara bırakılmıştır. Şelalenin iki kademeli akışında, o dönemin inanç dönüşümünü değil; insanın doğayla barışmasını, teslimiyetini hissederiz. Güneş ışığı su zerreciklerinde dans eder, gökkuşağı sessizce şelaleye dokunur.
Kısa bir yolculuğun ardından kuzeyin başkenti Akureyri’ye ulaşıyoruz. Rengarenk evleri, çiçeklerle bezenmiş sokakları ve fiyort manzarasıyla bu küçük şehir, kuzeyde yaşamın zarif bir örneğidir. Limanda yürürken taze deniz kokusu, kafelerden yükselen kahve aromasıyla karışır. Şehrin sakin temposu, İzlanda halkının doğayla kurduğu sade ama derin ilişkiyi anlatır.
Öğleden sonra kısa bir iç hat uçuşuyla Reykjavik’e dönüyoruz. Uçak bulutların arasından süzülürken penceremizden İzlanda’nın dramatik coğrafyasına son kez bakarız; lav tarlaları, göller ve sessiz fiyortlar yavaşça ufka karışır.
Akşam saatlerinde otele yerleşip şehrin zarif atmosferine karışıyoruz.
Konaklama: Reykjavik Sand Hotel 4★+
Yemekler: Sabah
Kahvaltının ardından İzlanda’nın doğa ile lüksü birleştiren en ikonik noktalarından biri olan Mavi Lagün’e (Blue Lagoon) doğru yola çıkıyoruz. Lav tarlaları arasında uzanan yol, bu ülkenin özünü anlatır: gri taşların arasında yükselen buhar, yerin kalbinden gelen sıcak bir nefes gibidir.
Geniş krater benzeri bu doğal havuzda, suyun mavi tonları gökyüzüyle birleşir. 38 derece sıcaklıktaki jeotermal suların yumuşak dokusu, hem bedeni hem zihni sarar. Silika mineralleriyle zengin bu sulara daldığınızda, zamanın akışı yavaşlar; sadece nefesinizin sesi ve suyun yüzeyinde dağılan ışık kalır.
Buharın arasından yükselen kayalıklar, adeta başka bir gezegeni andırır. Doğanın gücü, burada bir lüks spa deneyimine dönüşür — ancak bu lüks, gösterişten uzak, saf bir doğallığın lüksüdür. Yeryüzünün kalbinden gelen sıcaklıkla arınır, kuzey ışıklarının ülkesiyle sessiz bir bağ kurarız.
Öğleden sonra Reykjavik’e dönüşte şehir merkezinde serbest zaman. Dileyenler için sanat galerileri, tasarım butikleri veya deniz kenarında yürüyüş rotaları önerilir. Akşamı kendi ritminde, kuzeyin uzun gün batımı ışığı eşliğinde geçirebiliriz.
İzlanda’nın sade ve dingin atmosferi, günün sonunda içimizde bir huzur yankısı bırakır.
Konaklama: Reykjavik Sand Hotel 4★+
Yemekler: Sabah
Sabah çok erken saatte otelden ayrılıyor ve Reykjavik Keflavik Havalimanı’na transferimizi gerçekleştiriyoruz.
Icelandair’in FI204 sefer sayılı uçuşu ile saat 07:40’ta Kopenhag’a hareket ediyor, 12:55’te varıyoruz.
Kısa bir beklemenin ardından Türk Hava Yolları’nın TK1786 seferiyle saat 19:10’da İstanbul’a uçuyoruz.
Gece saat 23:30’da İstanbul Havalimanı’na varışımızla birlikte, lavların buzu erittiği bu masalsı ülkenin sessiz yankısı içimizde kalıyor.
Uçağın penceresinden bakarken, ardımızda bıraktığımız toprakların gri ve mavi tonları hâlâ gözümüzün önündedir.
Volkanların gücüyle buzulların zarafetinin yan yana var olabildiği bu ülke, bize doğanın en saf dengesiyle insanın sade huzurunu öğretir.
İzlanda sadece bir yolculuk değil, bir fark ediştir - sessizliğin de bir dili, yavaşlığın da bir anlamı olduğunu hatırlatan bir ders.
Dünya değişmeden, biz biraz daha değişmiş olarak geri dönüyoruz.
Yemekler: Sabah
| Rota | Uçuş No | Uçuş Tarihi | Kalkış Saati | İniş Saati |
| İstanbul (IST) - Kopenhag (CPH) | TK 1781 | 12 Haziran 2026 | 11:45 | 14:00 |
| Kopenhag (CPH) - Reykjavik (KEF) | FI 209 | 12 Haziran 2026 | 17:15 | 18:30 |
| ReykjaviK (KEF) - Kopenhag (CPH) | FI 204 | 21 Haziran 2026 | 07:40 | 12:55 |
| Kopenhag (CPH) - İstanbul (IST) | TK 1786 | 21 Haziran 2026 | 19:10 | 23:30 |
Kuzey’in sessizliğinde, rüzgârın lavla buluştuğu topraklarda bir masal başlıyor… İzlanda — doğanın kendi el yazısıyla şekillendirdiği, dünyanın en saf ve ilkel yüzünü hâlâ koruyan bir ülke. Burada ateşle buz aynı anda var olur; yanardağların dumanı göğe yükselirken, bin yıllık buzullar gökyüzünü yansıtır. Toprak, su, hava ve ateş; dört elementin kutsal dansında zaman anlamını yitirir.
Thingvellir Vadisi’nde iki kıta arasında yürürken dünyanın kalbini hissedecek, Geysir’in patlamasında toprağın nefesini duyacağız. Kara kumlarla örtülü sahillerde, okyanusun öfkesine karşı duran bazalt sütunları arasında doğanın kudretini izleyeceğiz. Jökulsárlón’da dev buz kütleleri arasında süzülürken sessizlik yankılanacak, Mavi Lagün’ün buharı arasında yeniden doğduğumuzu hissedeceğiz.
Bu yolculuk sadece bir rota değil, dünyanın ilk günlerine yapılan bir dönüş. Burada modern yaşamın gürültüsü yerini elementlerin sesine bırakır. Gün batmayan gecelerde gökyüzü solmaz; sadece renk değiştirir. İzlanda’da zaman, suyun akışı, lavın sıcaklığı, rüzgârın fısıltısı kadar gerçektir.
Bu keşif, sadece bir ülkeye değil, dünyanın özüne — doğanın unutulmuş kalbine yapılan bir yolculuktur.
Dünya değişmeden, biz biraz daha doğaya yaklaşmak için yola çıkıyoruz…
BU SEYAHATTE NELER YAŞAYACAĞIZ
Pasaport geçerliliği, vize gerekliliği, sağlık koşulları ve uçuş değişiklikleriyle ilgili tüm detaylar Dünya Değişmeden seyahat standartları çerçevesinde geçerlidir. Program akışında hava, yol ve operasyonel nedenlerle değişiklik yapılabilir. İzlanda Schengen bölgesi kapsamındadır; yeşil pasaport vizesizdir, bordo pasaport için vize gereklidir.
Yorumlar
Yeni Yorum