KARA
TURLARI
GEMİ-NEHİR
TURLARI

KUZEY KORE’DE PSİKOLOG OLSAYDIM - Şeniz Pamuk

Kuzey Kore’de ezberlerimiz bozuldu. Uzun yıllar boyunca klinik psikolog olarak çalışınca insanın çevreyi ve insanları algılama şekli farklılaşıyor ister istemez. Nepal’e gittiğimde ergenliğe girmemiş kızlar arasından seçilen ve Tanrıça konumunda bir sarayın içinde tutulan kız çocuklarının hikayesini öğrendiğimde dehşete kapılmış ve bu konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemiştim. Bir konuyu alıştığımız kalıplarla incelemeye çalıştığımızda hep eksikliklere, aksaklıklara, “yanlışlara” odaklanıyoruz; zihnimizde bir “doğru” var ve her şeyi o doğruyla karşılaştırıyoruz.

Kuzey Kore’ye daha adım atmadan erkin nasıl yavaş yavaş sizin elinizden gittiğini anlamaya başlıyorsunuz. “Bana göre... Bence…Nasıl yani?... Ama olmaz ki…Bir dakika, anlatayım…Konuşmama bir izin verin…” gibi alışık olduğumuz ifadeler burada anlamını yitiriyor. Burada “sen” yoksun, devlet ve yönetim var, onlar ne derse yapmak, onlara itaat etmek zorundasınız. Üstbenlik, otorite ve yasa gözün görebildiği her yerde, somut ve kaskatı. Bu yasayı içselleştirmek bile gerekmiyor, yasa dışsal bile olsa o kadar yakın ki! Her an burun burunasınız. Polis ve askerler her yerde, ülkeye askeri, sanayi ve eğitim devrimlerini yaptırmış, savaşları kazanmış Kim İl Sung ve daha sonra yönetimi devralmış olan Kim Jung İl’in devasa heykelleri her yerde, Juse ideolojisini, sosyalist parti amblemini, kuzey ve güney Kore’nin birleşme arzusunu, kazanılan savaşları simgeleyen heykeller, müzeler kelimenin tam anlamıyla her yerde. Devasa bir görsellik, hep tekrarlanan şarkılar. Bunlar yetmezse, artık hayatta olmayan bu iki başkanın mumyalanmış bedenleri de ziyarete açık. Başkanların heykelleri önünde eğilerek selam vermek gerekiyor, bu heykellerle selfie çekmek yasak, heykellerin yarım fotoğrafını çekmek yasak, heykellerin önünde shareket halinde fotoğraf çektirmek yasak. “Baba” imgesi fazla güçlü, onu aşmak, bireysel bir kimlik oluşturmak neredeyse olanaksız. “Baba” ne diyorsa o.

“Baba” fazla yakında olduğu için otorite ile birey arasına bir “ara alan” açılamıyor, diğer bir deyişle gerçek ile hayal arasında bir mesafe oluşturulamıyor. Devlet her şeyi vatandaşına ücretsiz olarak sunuyor; ev, eğitim, sağlık ya ücretsiz ya da çok düşük bir ücret ödemek gerekiyor. Gerçek ve somut olanla zaten hep burun burunasınız. Bunun dışında “Baba devlet”in bireylerinden sürekli bir şeyler talep ediyor: Okuma-yazma oranı %100, bir sanat ve/veya spor dalında eğitim görme oranı %100. İstihdam oranı %100. Okullarda yoğun bir eğitim alan çocuk, okuldan çıkınca mutlaka bir sanat ya da spor alanında, bu amaç için inşa edilmiş devasa tesislerde eğitim alıyor ve kusursuz olması beklenen bir gösteriye ya da yarışmaya hazırlanıyor. Yetişkin olduğunda ayrı bir eve çıkabilmesi için evlenmesi gerekiyor. Çocuk sahibi olunca daha büyük bir eve geçebiliyor, ayrılırsa anne-babanın evine geri dönüyor. İşinde 30 yıl çalışıp devlete hizmet etmiş kişiler ve bilim adamları en güzel konutlarda oturma hakkı kazanıyorlar. Bireyin “boş zamanı” olamıyor. Boş zamanın olmaması bazı konular hakkında düşünmek, hayal kurmak, kendi arzularının farkına varmak, sorgulamak için de zaman kalmaması anlamına geliyor.

Geniş caddeler, sükunet, çok kısıtlı internet erişimi, parklar, halkın yararlanması için oluşturulmuş ve onlara müthiş olanaklar sunan spor tesisleri, sanat okulları ve hayranlık uyandıran kütüphane. Her spor dalı için ayrı bir kompleks, çocuklar için ayrı yetişkinler için ayrı sanat eğitim merkezleri. Hele kütüphane! 600 tane odası var, halka açık yabancı dil kursları, bilgisayar kursları var. Odalardan birinin adı “Müziği Takdir Etme Odası”. İnsanlar harıl harıl bir şeyler öğreniyorlar, araştırma yapıyorlar. Performans çok önemli. Devlete ait binalar ile konutlar arasında belirgin bir kalite ve ihtişam farkı var. Pyongyang’a bakınca kişi her yer gökdelenle doluymuş izlenimi alsa da bu gökdelenlerin ve diğer konutların kalitesi ile halka açık mekanların kalitesi arasında belirgin bir fark var. Devlete ait ve halka açık mekanlarda mermer sütunlar, taş tuğlalar, süslü avizeler, mozaik duvar panoları, yağlı boya tablolar hemen göze çarpıyor.  

Ülke ambargo altında ve dolayısıyla kendi kendine yetmek durumunda. Eğitime ve bilime çok önem verildiği için teknolojik açıdan oldukça gelişmiş bir ülke Kuzey Kore. Devleti güçlü tutmak için yapılan çalışmalar kadar kültür de ülkenin çimentosu. Bunlara da belki ülkenin “Anne”si demek doğru olur, babanın sözünü dinleyen bir anne o da. Ülkenin coşkusunu, duygularını anne kucaklıyor. Kıyafetler, feng-shui, efsaneler. Çiçek, posta pulu, ginseng. Genç-yaşlı tüm hanımları bir taşbebek gibi gösteren pembe, yeşil, sarı, turuncu, mor, mavi, rengarenk kıyafetler her fırsatta giyiliyor. Dans ülkede çok önemseniyor. Özel günlerde “mass dance” etkinlikleri düzenleniyor. Binlerce öğrenci geleneksel kıyafetlerle aynı anda aynı figürleri yaparak dans ediyorlar. Stadyumda 100.000 kişi sayısız bölümden oluşan, son derece karmaşık koreografilerden oluşan bir gösteride yüzlerinde gülümsemeleriyle yer alıyorlar. Gösteri bitiminde seyircisi de gösteriye katılanı da stadyumdan gururla ayrılıyor. Her bireye vazgeçilmez olduğu hissi veriliyor: “Sen olmasan bu gösteri eksik kalacaktı, bu kadar görkemli olmayacaktı”. Aynı his iş hayatı için de geçerli: “Hepimizin yararlandığı bu sistem için sen de bu sisteme emek harcamalısın, yoksa olmaz.” Sanki tüm ülke bir aile ve tüm üyeler birbirine destek veriyor. Rekabete gerek yok, herkese yer var. Akşam herkes Allah’a ibadet etmenin getirdiğine benzer bir huzurla yatıyor herhalde yatağına diye düşünüyorum, ama emin de değilim.

Daha önce hiç görmediğim, bir yaprağı neredeyse 30 santimetre çapında dairelerden oluşan pembe-beyaz nilüfer “tarlalarının” arasında adım başı durup hayran hayran nilüferleri izlerken ve kolları havaya kalkmış öğrenci, işçi, asker panolarını incelerken sürekli “inanç mı korku mu?” tartışması yapıyoruz. İkisi ve vazgeçilmezlik hissi diye düşünüyorum.

Pyongyang savaşta 400.000 nüfusa sahipken 420.000 tane bomba atılmış bir şehir, dolayısıyla da her yer yeniden inşa edilmiş. Şehrin dışına çıkmaya başladıkça daha geleneksel evler ve daha tarıma dayanan bir yaşam tarzına tanıklık ediyoruz. Kuzey Kore’nin tarihiyle ilgili fikir sahibi oluyoruz, bugüne kadar gelebilen tarihi yerleri gezebiliyoruz. Güney Kore sınırına kadar gitmek mümkün. Güney Kore ile olimpiyatlara “Kore” takımı olarak katılmak, Güney Kore’nin limanlarından yararlanmak konuşuluyor artık.

Gerek şehirde gerekse kırsalda, yürüyen, bisiklete binen, evinin önündeki toprak parçasına bir şeyler ekmeye çalışan, yağmurdan kaçan, iş çıkışı birlikte oturup dondurma yiyen, heykelleri ve mezarları ziyarete gelen, alışveriş merkezinde alışveriş yapan, bir gösteri izlemeye gelen insanların yüzlerine bakıyorum. Gözlerine bakmaya çalışıyorum. Duygularını yakalamakta çok zorlanıyorum. Bu insanlar neler hissediyorlar? Anlamak çok zor. Mutlu desem diyemem. Evet görevlerini çok güzel yerine getiriyorlar, yüzlerinde bir “sosyal gülümseme” var, çok kibarlar bizlere karşı, ama, içten bir kahkahayı az duydum. Üzgün? Korku dolu? Bıkkın? Heyecanlı? Endişeli? Eğlenceli? Meraklı? Öfkeli? Evet, birbirlerine sert davrandıkları birkaç ana şahit olduk, ama bu bize neyi anlatır ki? Sanırım beni en çok etkileyen insanlardaki mesafe ile o künt ve donuk ifade oldu. Çocuk ve gençler daha canlı, ancak yaş ilerledikçe yüzler sertleşiyor, o çok dipte kalmış gülücüğü çıkarmak için uğraşmak gerekiyor.

Bir nevi “Truman Show”dayız hissi uyanıyor bende. Kimin gösterisi bu? Dışardaki dünya gerçekten de var perdenin arkasında. Perde yırtılırsa ne olacak? Bizler turist olarak internet kullanamadığımız için şu anda bu show’un bir parçası gibiyiz; perdenin öbür tarafına geçince bize çizilen rotada bize izin verilen şeyleri yapıyoruz. Beğendiğimizi, düşündüğümüzü sadece birbirimizle paylaşabiliyoruz. Kütüphaneye ilk girdiğimde hemen bir tablo gözüme çarptı. Ülkenin ikinci başkanı Kim Jung İl, ülkenin kurucusu babası Kim İl Sung’a bir şey gösteriyor, baba gülüyor, ancak o yöne bakmıyor. Baba çok karizmatik, çok güçlü, çok zeki, çok başarılı, insanlarla belli ki çok rahat ilişki kuruyor, özgüveni tam; tüm resimlerinde enerjisi çok yüksek. Oğlu ise fiziksel olarak ondan daha küçük, babası gibi yakışıklı değil, tedirgin bakışlı, kendini sürekli babasına beğendirmeye çalışıyor. “Bak Baba!” Baba belli ki oğlundan memnun değil, oğlu da o konumda olmaya gönüllü değil, ancak kendini babasına beğendirmeye, onun takdirini toplamaya çalışıyor. Baba halkın önünde oğluna gülüyor, mecburen beğenmiş gibi yapıyor. Oğlun erki gerçek bir erk değil aslında, ödünç alınmış bir erk. Şu anda yönetimde olan Kim Jung Un ise torun ve o da dedesine oldukça benziyor. Bu konular halk arasında konuşulabiliyor mu acaba? Rehberimize soramıyoruz, sorsak da yanıt alamıyoruz.

Kuzey Kore, yabancıya çok alışık bir ülke değil. Ancak ekonomik zorluklar turizmi zorunlu kılmış. Bu turizm türüne “politik turizm” demek mümkün; Kuzey Kore’nin doğası benzersiz değil, tarihi dokusu benzersiz değil ancak politik düzeni benzersiz denebilir. En çok Çin’den turist gelmekle beraber dünyanın her yerinden gelen turistler var, Japonlar hariç. Japonya geçmişte yaptığı eziyetlerden ötürü pek sevilen bir ülke değil Kuzey Kore’de. Turistin gelmesi yavaş yavaş kapitalizmin ve Batı adetlerinin de gelmesi demek. Şu anda Kuzey Kore’de yönetimle halk arasında bir yarış var sanki. Yönetim kuralları yavaş yavaş gevşetiyor ve dolayısıyla erki hala elinde tutabiliyor. Kısıtlı da olsa internet, Batı tarzı cafe’ler, markette satılan İtalyan lazanyası ile Belçika çikolatası. Bu yarışı halk kazanırsa, yani değişimler gelişigüzel, fazla hızlı ve dağınık bir şekilde gerçekleşirse, toplumsal yapının darmadağınık olacağını ve ülkenin hızlıca Batı etkisi altında bir değer yitimine uğrayacağını görmek için kahin olmak gerekmiyor.

En başa geri dönersek, yani ben Kuzey Kore’de yaşayan bir psikolog olsaydım en çok hangi sorunlarla uğraşırdım? Muhtemelen kuşak farkı, diğer bir deyişle daha katı ve daha esnek dünya görüşlerine sahip iki kuşağın yaşayacağı çatışmalar. Kendisine sunulan değerleri yeterince benimseyememiş kişilerin yaşadığı içsel çatışmalar. Otorite burnunun dibinde olduğu için kendi tasarımlarını oluşturma fırsatı bulamamış bireylerin yaşadığı psikosomatik sorunlar. Boşluk. İçsel enerjinin anlamlandırılamaması ve dolayısıyla nereye yönlendirileceğinin bilinememesi ile doğan can sıkıntısı. Ne yazık ki Kuzey Kore’de bu varsayımların yanıtını bulabileceğim hiçbir kaynağa ulaşamadım. Sonuçta benim zihnim de belli kalıplardan oluşuyor ve ben bu kalıpları gördüklerime yerleştiriyorum, ne kadarı benim kalıplarım uyuyor ne kadar dışarıda kalıyor bilemiyorum. Belki de ülkede herkes huzurlu, herkes kendisiyle barışık, herkese yaşadıkları çok tutarlı ve anlamlı geliyor? Kuzey Kore’de ezberlerimiz zorlandı.

Şeniz Pamuk

Tarih:

02 Ağustos 2019

Paylaş:

BENZER HABERLER

Endemik Doğası ile Masalsı Ülke Madagaskar

Hayrettin Kağnıcı İle Endemik Doğası ile Masalsı Ülke Madagaskar   Gezgin dostumuz Hayrettin Kağnıcı'nın objektifinden bize anılarını aktaracağı bu söyleşide dünyanın 4. büyük adası Madagaskar'ı fotoğraflar ile gezeceğiz.   18 etnik grubun kendi li... Devamı...

Tunus : Hannibal'ın Memleketi - Ergül Kocamaz

       Tunus 'a ayak bastığımda önce yoğun bir  portakal çiçeği kokusuyla  sarıp sarmalandım,daha sonra Akdenizli palmiyelerin selamlarına hoşbulduk dedim.Aslında ,M.Ö 814'den   beri  Fenikelileri,Romalıları,Osmanlıları ,F... Devamı...

BENZER TURLAR
Romanya: Drakula'nın İzinde Karpatlar ve Transilvanya 16 Ağustos 2024 - 23 Ağustos 2024

Transilvanya kasabalarında zamanın dışına çıkacağımız ve Dracula'nın görkemli şatosunu ziyaret edeceğimiz Romanya...

1775 € Detay

2350 YERİNE 2150 USD

Özbekistan & Karakalpakistan: İpek Yolu'nun Kalbi - Aral Çölü 14 Haziran 2024 - 23 Haziran 2024

İslam sanatı ve mimarisinin en çarpıcı örneklerini egzotik çöl atmosferiyle birleştiren orijinal rotamızla keşfe çıkıyoruz.

2150 $ Detay
Ermenistan & Gürcistan: Asmanın ve Üzümün Doğduğu Topraklara 21 Eylül 2024 - 28 Eylül 2024

Asmanın ve üzümün doğduğu topraklara gidiyoruz. Tiflis’in eski sokaklarından Ermenistan’ın etkileyici doğasına ve kültürel hazinelerine, Gürcü şaraplarını tadarak ve tarihin izini sürerek Güney Kafkasya’yı tarihi, kültürel ve gastronomik açıdan yeniden keşfedeceğiz.

2450 $ Detay